umarim gotik olma tavsiyelerimi begenmissinizdir ⚰️
Nasil Gotik Olunur? (!) izle ve daha fazlasını seyredin.
Goth, 1970'lerin sonu 1980'lerin başında, Punk'tan etkilenerek doğan bir alt kültürdür.
Söylentilere göre Joy Division grubunun menajeri Anthony H. Wilson, pop gruplarına karşı Joy Division'ı Gothic olarak niteleyen ve bu alt kültüre bir nevi resmi ismini kazandıran kişi. Avrupa'yı yağmalayan Goth Kabileri ile hiçbir ilgisi olmayan bu altkültür, Thatcher - Reagen döneminde yapmacık Anglo Saxon kültüren bir tepki olarak doğdu denebilir. Konservatzmin ve gelenekçiliğin dünyaya empoze edilmeye çalışıldığı, çok başarılı, mutlu, ve rahatsız edici her şeyi yoksayan bir toplumun karşısına, hayatın bütün ikilemleri ile karanlık ve aydınlık, iyilik ve kötülük, ölüm, depresyon, var oluşun anlamsızlığı gibi öğeri bir nevi kutsayan bu altkültür ikilemler olmaksızın hayatın var olmayacağını kabul ederek, karanlık ve sıra dışı bir anlayışla kabulendiği bu ikilemleri kutsar. Tarihe, edebiyata, müziğe ve mitolojiye ilgi duyan, Afrodit'le beraber Medea'yı da kutsayan bu alt kültür, zamanla kendini kabul ettirdi. Goth kültürü sanatın her alanında kendi ilahlarını yarattı.Müzikte Sister of Mercy, Siouxsie and Banshees, Damned, The Cure, Nine Inc Nails, Mission, Fields of the Nephilim ve şu anda Ankara'da yaşayan Peter Murphy'nin grubu Bauhaus. Edebiyatta Lord Byron, Dante, Anne Rice ve Shelley gibi ölümü kutsayan şairleri, Edgar Allan Poe'nun gizemini seviyorlar. Sinemada ise Alman Ekspresyonist filmleri favorileri arasında en başı çeken Nosferatu, Bir Dehşet Senfonisi, The Cabinet of Dr. Caligari ve tabii ki Dracula. Kendi aralarında Fetish, Cybertech, Glitter, Antique gibi tarzlara ayrılırlar.
Gotik mimari Orta Çağ’ın ortalarından sonuna kadarki süreçte yaygın olarak uygulanmış bir mimari stilidir. Amacı Tanrı'nın büyüklüğünü yansıtan muhteşem yapılar karşısında insanın acizliğini simgelemektir.[1] Romanesk mimarinin gelişmesiyle ortaya çıkmış, zamanla yerini Rönesans mimarisine bırakmıştır. Alametifarikaları arasında kaburgalı tonozlar, sivri kemerler ve uçan payandalar bulunur. Gotik mimarinin Romanesk mimariden dönüşümü, Romanesk mimarinin çapraz tonozlarına kaburga eklenmesiyle gerçekleşti.[2]
Gotik metal (gothic metal ve goth metal olarak da bilinir), bir heavy metal alt türüdür. Heavy metalin agresifliği ile gotik rock'ın karanlık ve melankolik atmosferini kombine eder. 1990'ların başında death/doom çıkışlı bir tür olarak ortaya çıkmıştır. Heavy metalin farklı türlerine gotik tarzın yedirilmesiyle müzikal açıdan kollara ayrılmıştır. Gotik romanlara dayanan şarkı sözlerinde de melodram ve kederden kişisel deneyimlere kadar birçok temaya rastlamak mümkündür.
Türün öncüleri Paradise Lost, My Dying Bride ve Anathema adlı İngiliz gruplardır. Diğer başlıca gruplar; Amerikalı Type O Negative, İsveçli Tiamat ve Hollandalı The Gathering olarak gösterilebilir. Norveçli topluluk Theatre Of Tragedy, bugün gotik metalde pek çok grup tarafından benimsenen erkek brutal vokal ile kadın vokalin bir arada kullanıldığı "beauty and the beast" tarzını geliştirdi. 1990'ların ortalarında Moonspell, Theatres des Vampires ve Cradle Of Filth gibi türe black metal açısından bakan gruplar ortaya çıktı. Sonlarında ise Tristania ve Within Temptation'ın öncülük ettiği senfonik metale yakın çeşit oluşmuştu.
21. yüzyılda The 69 Eyes, Entwine, HIM, Lullacry, Poisonblack, Sentenced gibi grupların yetiştiği Finlandiya başta olmak üzere Avrupa'da gotik metal popüler bir türdür; ABD'de ise aralarında Lacuna Coil'ın da bulunduğu çok az sayıda grup ticari başarı elde etmiştir.
İçindekiler
1 Özellikleri
1.1 Müzik
1.2 Vokaller
1.3 Şarkı sözleri
2 Tarihçe
2.1 Türün ataları
2.1.1 Heavy metal
2.1.2 Gotik rock
2.2 Kökenler
2.2.1 Peaceville Üçlüsü
3 Ayrıca bakınız
4 Kaynakça
Özellikleri
Müzik
Gotik metalin müziği karanlık olmasıyla tanınır. "Karanlık" sözcüğü burada "derin, depresif, romantik, tutkulu ve yoğun" anlamı taşımaktadır.[1] Gotik metal, "gotik rock'ın karanlıklığı ve karamsarlığının heavy metal ile karışımı" olarak da tanımlanır.[2] Gotik metali "gotik rock'ın soğuk ve kasvetli atmosferi ile heavy metal'in agresifliği ve gürültülü gitarlarının birleşimi" şeklinde tanımlayan All Music Guide, "gerçek gotik metal her zaman direkt gotik rock'tan etkilenmiştir - hafif ve ince sintisayzırlar ve ürkütücü temalar gitar rifleri kadar önemlidir" demiştir.[3]
Gotik metal, icra eden grupların "yavaş ve aşk temalı"dan "orkestral ve abartmalı"ya kadar farklı yerlere taşıdığı bir türdür. Türün mimarları Paradise Lost ve My Dying Bride'ın doom metal yaklaşımı; Artrosis ve Draconian tarafından devam ettirilmiştir. Moonspell'in ilk çalışmalarının ve Cradle of Filth'in black metale yakın olan müziği; Graveworm, Drastique ve Samsas Traum tarafınca takip edildi. Tristania ve Within Temptation'ın öncülük ettiği senfonik metal çıkışlı olan hali ise Epica'nın da yaptığı çeşitlemedir. Onun dışında gotik metali; death metal (Trail of Tears), folk metal (Midnattsol) ve alternatif metal (Katatonia) ile birlikte görmek de mümkündür.
Vokaller
Kadın vokaller türde önemli bir konuma sahiptir. Bunların ilk örneklerinden biri de Anneke van Giersbergen'dir (The Gathering).
Gotik metalde vokaller de çeşit çeşittir. Erkek vokaller; Dani Filth ve Morten Veland gibi brutal tarzı vokalistlerden, Østen Bergøy gibi kontrtenorler ve Peter Steele gibi bas vokallere kadar uzanan çeşitlerdedir. Kadın vokalistlerdeki çeşitler ise Cadaveria'nın scream ve brutal tarzı, Tanja Lainio'nun (Lullacry) "pop-vari" vokalleri ve Vibeke Stene'in operatik sopranosuyla örneklendirilebilir. Kadın vokaller gotik metalde diğer metal müzik türlerinden daha sık kullanılmaktadır; ancak tarzın "zorunlu" ögelrinde birisi de değildir. Theatre Of Tragedy ve Leaves' Eyes'ın vokalisti Liv Kristine, "gotik" etiketinin sıklıkla yanlış yorumlandığını ve "her kadın vokali olan grubun gotik olmadığını" düşünmektedir. Gotik metal aynı zamanda diğer metal müzik türlerine göre daha fazla kadın hayranı olmasıyla da bilinmektedir.
Şarkı sözleri
Theatres des Vampires, gotik korku romalarının başlıca ögelerinden vampir efsanelerine özel bir ilgi göstermektedir.[4]
Gotik metal şarkı sözleri "epik ve melodramatik" olarak tanımlanmaktadır. Türün öncüleri olan üç İngiliz gruba göre, hüzünlü ve depresif şarkı sözleri onların doom metal geçmişini yansıtmaktaydı. My Dying Bride'ın müziği "aldatma ve çeşitli günahlardan oluşan lirik büyüleciliği"ni "acı ve hainlikler"lerle dolu şarkı sözlerinden alıyordu. Anathema, hayatın anlamsızlığı ve intihar konularına yoğunlaşırken Paradise Lost da depresif tarafını hiçbir zaman kaybetmemişti.
Korku ve romatizmden beslenen gotik edebiyat; Cadaveria, Cradle Of Filth, Moonspell, Theatres des Vampires ve Xandria gibi gotik metal grupları için büyük esin kaynağı olmuştur. Eleştirmen Eduardo Rivadavia (Allmusic), drama ve acınaklı güzelliğin bu tarzın vazgeçilmezleri arasında olduğunu söyler. My Dying Bride'a göre, "ölüm, sefalet, kayıp aşk ve romatizm" hemen sürekli başka açılarda görülmeye başlanmıştır. Özellikle kayıp aşk temasının Leaves' Eyes ve Theatre Of Tragedy gibi pek çok grup tarafından benimsendiği görülebilir.
Kişisel deneyimlere dayanan şarkı sözleri de Anathema, Elis, Tiamat, Midnattsol ve The Old Dead Tree gibi pek çok gotik metal grubunda görebileceğimiz özelliklerendir. Önceleri fantastik öyküler üzerine düşen Graveworm, sonraları müzik tarzlarına daha uygun buldukları kişisel şarkı sözlerine geçiş yapmıştır. İtalyan grup Lacuna Coil'ın şarkı sözlerinde de "fantastik ve gerçeküstü ögelere" yer verilmemektedir; çünkü vokalist ve söz yazarı Cristina Scabbia öbür şekilde, grubu dinleyenlerin kendilerini grupla daha kolay ilişkilendirebileceğini düşünmektedir. Aynı şekilde, "insal ilişkileri" ile alakalı şarkılara birinin "daha kolay bağlanabileceğini" düşünen Lullacry de şarkı sözlerini "aşk, nefret, tutku ve acı" üzeirne kurmaktadır.
Tarihçe
Türün ataları
Heavy metal
Heavy metal, gotik alt kültürün bir parçası olanlar tarafından "gotik rock'ın kaba, ilkel, maço antitezi" olarak algılanmaktadır. Gotik müziğin "hafif" ve "feminen" karakterinin aksine heavy metal; agresiflik, cinsiyet ayrımı ve erkeksilik ile ilişkilendirilir. Bu farklılığa rağmen, "Black Sabbath'ın kendi adlarını taşıyan ilk albümleri bazı cesur bünyeler tarafından ilk gotik rock kaydı olarak nitelendirilmişti". Gavin Baddeley adlı yazar, "albüme adını veren şarkının satanik bir ayini anlattığını ve şiddetli yağmur ve çan efektleriyle tamamlandığını, kapağın ise siyah pelerinli hayalet görünümlü bir kıza odaklandığını" belirtmiştir.
Rainbow, Dio ve Judas Priest'ın "belirsiz ve az sayıda klavye tonları", gotik rock'ın bir post-punk türü olarak ortaya çıkmasından önce "gotik" olarak algılanmıştır. Blue Öyster Cult ve Iron Maiden'ın da "(Don't Fear) The Reaper" ve "Phantom Of The Opera" gibi şarkılarında olduğu gibi gotik şarkı sözleri kullandığı görülebilir. Danimarkalı metal grubu Mercyful Fate, "Gotik saplantılarını şeytan ve gizemle göstermiştir". Vokalist King Diamond, gotik hikâye anlatıcılığına olan ilgisini solo kariyerinde de "ses efektleri ve şarkılarla Gotik korku hikâyeleri anlatan konsept albümler" yayınlayarak devam ettirmiştir. Eski Misfits vokali Glenn Danzig, ikinci grubu Samhain'in 1988'lerde dağılması ve solo kariyerinin kurulmasıyla kendine heavy metal rifleri ile "yüksek derecede romatik, düşündürücü, gotik bir duygusallıktan" beslenen bir tarz yaratmıştır.
Bauhaus ve Siouxsie & The Banshees gibi gotik rock gruplardan esinlenen İsviçreli grup Celtic Frost da gotik metalin atalarındandır. Grubun "vahşi black metal ve klasik müzikten parçaları" birleştiren ve "avantgard" olarak tanımlanan tarzı "Avrupa heavy metalinin patlamasında büyük etki sahibi olmuştu". Senfonik metal grubu Therion'dan Christofer Johnsson, Celtic Frost'un "Into The Pandemonium" (1987) albümünün 1990'lardaki "gotik ve senfonik gruplar dalgasında" önemli bir rol olmadığını belirtir.
Gotik rock
Gotik rock, 1980’lerde bir post-punk alt janrı olarak ortaya çıkan bir türdü ancak onyılın sonunda farklı yönlere çekilmiş; The Cure, Mission U.K. ve Siouxsie & The Banshees gibi gruplar "pop ve alternatif ögelerine" daha fazla yer verirken The Sisters Of Mercy, Fields Of The Nephilim ve Christian Death "daha sert ve metale daha yakın" bir yaklaşımı benimsediler. “Yavaş, kasvetli, ağır ve dans beatleri sunan” tarzıyla The Sisters Of Mercy, 1980’lerin öncü gotik rock gruplarındandı. Sadece üç stüdyo albümü yayınlayan grubun ilk albümü “First And Last And Always” 1985’te satışa sunuldu. Son albümleri Vision Thing (1990) gotik müzik ile heavy metali birleştiren ilk albümlerdendi. Fields Of The Nephilim da 1991’de ilk kez dağılmadan önce sadece üç albüm piyasaya sürmüştü. Daha sona yeniden bir araya gelip başka albümler kaydeden ve neticede “birçok metal grubunu etkileyen” grup, "gotik ögelerin belli bir şekilde arttığı bir tarz yaratmıştı – özellikle takdire değer senfonik klavye tonlarıyla".
Noise rock ve endüstriyel müziği birleştiren bir grup olarak başlayıp “Children Of God” (1987) ile minimal ve deneysel bir gotik rock tarzına yelken açan Swans, gotik metalin diğer öncülerindendi; nitekim grubun Type O Negative gibi yeni ufuklar açan gruplara ilham kaynağı olduğu görülebilir.
Allmusic’e göre, "gotik metal 80’lerin başlarında Christian Death tarafından başı çekilen Los Angeles’ın sözde 'death-rock' sahnesinin etrafında dönmekteydi"."Amerikan gotik rock’ının babaları" Christian Death, 1985’te lider ve kurucu Rozz Williams’ı bünyesinden kopararak büyük bir kadro değişikliğine gitti. Gitarist Valor Kand’ın ipleri eline almasıyla Christian Death daha metal-vari bir yöne dümen kırdı. Özellikle 1988 tarihli albümleri “Sex And Drugs And Jesus Christ” eleştirmen Steve Huey tarafından "metal eğilimi olan ağır gotik rock” şeklinde tanımlandı.
Kökenler
Peaceville Üçlüsü
Nick Holmes, türün öncüsü Paradise Lost'un vokalistidir. Grup türün pek çok grubunu etkilemiştir.
Müzikal tarz olarak gotik metal gerçek anlamda 1990’larda hareketin merkezi Kuzey İngiltere’de kurulan Paradise Lost, My Dying Bride ve Anathema ile ortaya çıkmıştı". 1990’ların başında üç grup da Peaceville Records ile anlaştığından Peaceville Üçlüsü olarak anılmaktadır. Abrasif death metal kökenlerine sahip olsalar da Paradise Lost vokali Nick Holmes’un ‘oldukça karanlık ve kasvetli’ olarak tanımladığı tarzıyla Dead Can Dance de grupların esin kaynakları arasındadır". İlk olarak Paradise Lost, 1988’de Halifax, İngiltere’de kuruldu. İlk albümleri “Lost Paradise” (1990), "death/doom metalin kurallarını kesin olarak koymuştu". “Hızlı bir kliple gittikçe büyüyen” grubun bir sonraki yıl yayınlanan albümü “Gothic, grubun ilk fanlarını hayal kırıklığına uğratacaktı. “Daha ölçüsüz ve enerjik düzenlemeleriyle albüm “grubun oldukça depresif power chordlarına farklı atmosferle katan klavye ve kadın vokalleriye" de dikkat çekmekteydi. Almanya başta olmak üzere Avrupa’daki listelerde büyük başarılar yakalayan “Gothic” albümü gotik metal tarzını yaratan albüm olarak heavy metalin en önemli çalışmalarından biri olarak tarihte yerini aldı. Grup, 1992 tarihli “Shades Of God” ile değişimini devam ettirirken 1993 tarihli albüm “Icon”; sentezlenen yaylıları, timpanisi, piyanoları ve meleksi kadın vokalleriyle grup için bir dönüm noktasıydı. “Draconian Times” albümü ve sonrasında Paradise Lost’un tarzı "saf, ağır gotik rock ile gürültücü heavy metal arasında duran" şeklini tamamen almıştı. Bu beş albümle grup "Metallica’nın karanlık döneminin The Sisters Of Mercy seven bir grup tarafından çalınan halini yansıtan bir koleksiyon oluşturdu”. Kimilerine göre ise "yakın yıllarda diğer grupların biçeceği tarzın tohumunu atmışlardı".
Yine bir Halifax çıkışlı bir grup olan My Dying Bride, 1990’da kuruldı. “Symphonaire Infernus Et Spera Empyrium” adını taşıyan EP’leri ile ilgileri üzerine çeken grup, ilk uzunçalar kayıtları “As The Flower Withers” aynı yıl içerisinde piyasaya sürdü. 1993’te kadrosuna bir kemancı ekleyip “Turn Loose The Swans”ı yayınlayan grup, bu çığır açan albümünde doom tarzlarında daha fazla romatik ögelere yer verdi. Vokalist Aaron Stainthorpe grubun bu yöne dönüşünü şu şekil açıklar:
“ Paradise Lost bu tür şeylerle uğraşıyordu; ama romantik tarafı bu derecede yansıttıklarını sanmıyorum. Bu gotik çekicilik üzerine kesinlikle çalıştık ve nedenini gerçekten bilmiyorum. „
1990'da kurulan Liverpool asıllı grup Anathema, oldukça olumlu tepliker alan EP'si "The Crestfallen"ı 1992'de yayınladı. Bu albümdeki "gürültülü duygusal doom/death" tarzını "Serenades" adlı ilk albümünde de sürdüren grup, 1993 yılında satışa çıkarılan bu albümüyle geleneksel doom tarzına en çok bağlı kaldığı çalışmaya imza attı. 1995 yılında Darren White'ı kadrosundan çıkaran grup aynı yıl 1994'te kaydettiği "Pentecost III" EP'sini de yayınladı. Ardından gitarist Vincent Cavanagh'ın vokalleri üstlendiği grup aynı yıl "The Silent Enigma"yı piyasaya sürdü. Grubun tarzı adına önemli bir dönüm noktası haline gelen ve birtakım eleştirilerde grubun Pink Floyd ile de karşılaştırılmasına neden olan albüm, piyasa tarzıyla ilgilenenlerin beğenisini kazanmakla beraber koyu doom hayranlarını da hayal kırıklığına uğrattı.
Gotik rock, 1970'lerin sonlarında ortaya çıkmış bir rock türüdür. Gothic rock ve goth rock olarak da adlandırılır. Bu müzik türü aslen İngiliz punk rock ve post-punk akımlarının önderliğinde ortaya çıktı. Gotik rock; karanlık temalar, gothic horror gibi entelektüel, romantizm, varoluşçuluk ve nihilizm akımlarıyla uğraşır. Saygın grupların başında Bauhaus, The Cure, Siouxsie & the Banshees, The Sisters of Mercy ve The Mission gibi isimler gelir. Bu müzik türü gotik kulüpler, gotik moda, ve gotik dergileri beraberinde getiren yaygın gotik alt kültürüne yol açmıştır.
İçindekiler
1 Tarz
2 Ayrıca bakınız
3 Notlar
4 Dış bağlantılar
Tarz
Gotik rock'ta gitar tonları genellikle elektronik efektlerle birlikte kullanılır. Elektro gitar, bas gitar, bateri, solo gitar kullanılır; ama diğer rock türlerinden kendisini ayıran özelliği ise ek olarak drum machine ve synthesizer enstrümanlarının kullanılmasıdır. Ayrıca bu kişiler siyah ağırlıklı makyajlarıyla da dikkat çekerler.
Gotik doom metal, gotik metalden[kaynak belirtilmeli] ve doom metalden türeyen bir heavy metal türüdür.
Gotik metalin canlı, hızlı ve romantik melodilerine doom metalin ağır, üzgün, ölümcül ve melankolik ritminin eklenmesi ile oluşur. Gotik metalden, bayan vokalin sadece yardımcı vokal olarak kullanılması, solistin erkek olması ve doom atmosferi ile ayrılır. Duygunun yoğunlaştığı kısımlarda melodi hızlanmakta ve bu kısım gotik burst olarak anılmaktadır. Doom metalden ise, gothic ve senfonik metallere de özgü olan kadın vokalin varlığı ve parçada yoğun olarak piyano veya org kullanımıyla ayrılır. Konu genel olarak melankolik ve depresif[kaynak belirtilmeli] olmakla birlikte doom metalde olduğu kadar iç karartıcı değildir.
Gotik doom metal çalan gruplar genel olarak dini, romantik ve melankolik konuları şarkılarında işler. Müzik ise duygusal, melankolik ve atmosferiktir. My Dying Bride, Draconian (İsveç), How Like a Winter, Foreshadowing (İtalya), Autumn (Avustralya), Virgin Black (Avustralya), Paradise Lost (İngiltere), Type O negative (ABD) popüler gruplardan bazılarıdır.
Gotik, kendine has özelliği olan bir sanat anlayışı ve yazı şekli. Gotik yazılar ilk baskı denemelerinde denenmiş, çoğunlukla Almanlar tarafından kullanılan bir yazı stilidir. Gotik sanatı 12. yüzyılın ikinci yarısında Romanesk sanatının değişmesiyle, Latin sanatına bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Orta Çağı kapatan, Rönesansı başlatan akımdır. Gotik tarzı, yalnız mimarlıkta tesirli olmayıp; heykelcilik, resim, yazı, süs ve hatta gündelik eşyada da etkili olmuştur.
İçindekiler
1 Ortaya çıkışı
2 Gotik mimarî
3 Heykelcilik
4 Resim
4.1 Freskler
4.2 Minyatür
5 Ayrıca bakınız
6 Dış bağlantılar
Ortaya çıkışı
“Gotik” terimi ilk kez Giorgio Vasari tarafından aşağılayıcı bir anlamda kullanılmıştır. Ona göre bu üslup, Roma’yı yağmalayan Gotlara, yani barbarlara özgü bir üsluptur. Gotik üslup, genel olarak 12. yüzyılın başlarından 15. yüzyıl ortalarına kadar yaygın olmakla birlikte, bu tarihlendirme farklı coğrafyalar için değişmektedir. Örneğin üslubun beşiği olan Fransa ve Almanya’da Gotik 15. yüzyılın ortalarına kadar varlığını sürdürmüşken, daha geç girebildiği İtalya’da 15. yüzyıl başlarında ortadan kalmıştır. Gotik dönem, Avrupa’da büyük politik değişikliklerin olduğu bir dönemdir. 1204 yılında IV. Haçlı Seferi Konstantinopolis’i işgal etmiş ve Bizans’ı ve onun temsil ettiği politik oluşumu etkisiz kılmıştır. 1214 yılında da Philippe Auguste yönetimindeki Fransızlar ve bağlaşıkları Kutsal Roma Cermen Ordusu’nu yenmiş, onun yönetimi altında Fransa feodal beyler topluluğundan, güçlü bir monarşik yapıya dönüşmüştür.
12. yüzyılda manastırlar ve şatolar etrafında toplanan küçük nüfus birimlerinden oluşmuş köylerin yerine, 13. yüzyıldan itibaren kasabalar ve şehirler görülmeye başlanmıştır ki bu da toplumsal açıdan yeni düzenlemeleri getirmiştir. Şehirleşmenin beraberinde getirdiği sivilleşme ve entelektüel birikimin artışı, kilisenin temsil ettiği ruhani güçlere dayanan kutsal gücün aleyhinde, yönetimde belirgin bir laikleşme sürecini de başlatmıştır. 1240’tan sonra Paris, Avrupa’nın en önemli kültürel ve siyasal merkezi durumuna gelmiş ve Fransızca, Latince’nin yerine geçerek lingua franca konumuna ulaşmıştır.
Gotik mimarî
Gotik mimarlığın başlangıcı ve stilin özelliklerinin belirdiği ilk yapı olarak 1122'de Abbot Suger tarafından tasarımlanan Paris yakınındaki Saint Denis kilisesi gösterilir. Avrupa'nın sanat merkezi kabul edilen İtalya'da Fransa ve Almanya'ya nazaran pek tesiri görülmemiştir. İngiltere'de sütunları çoğaltan ve kubbenin altında onları yelpaze gibi açan bir dikey üsluba bağlıdır. İspanya'da Gotik sanatının Arap motifleriyle birleşmesinden meydana gelen müdeccen üslubu doğmuştur. Gotik mimari sanatı Avrupa'nın kuzeyinde 16. yüzyılın başlangıcına kadar sürmüştür. Gotik mimarinin başlıca özellikleri sivri kemerler, kaburgalı tonozlar, gül pencereler, kuleler ve uçan payandalar ile aşırı derecede yüksek görünümlü yapılar olarak sayılabilir.
Gotik mimarisinin başlıca eseri katedraldir. 13. yüzyılda toplum adeta bütün heyecanını ve zenginliğini katedral yapmaya ve süslemeye harcamıştır. Böylece ekonomi de gelişmiştir. Gotik mimarinin en önemli örnekleri: Paris'te bulunan Notre Dame Katedrali, Chartres Katedrali, Reims Katedrali ve Strasbourg Katedrali; Danimarka'da Roskilde Katedrali; İngiltere'de Salisbury Katedrali ve İtalya'da Milano Katedrali'dir. Gotik mimari tarzı Batı Avrupa'da özellikle dinsel binalarda kullanılmıştır. Portekiz'de Batalhar Manastırı, Fransa Avignon'da "Papalar Sarayı" bunlara örnektir.
Gotik sanatının mimarları, ağırlığın itme kuvvetini ve yönünü tespit ederek, baskıyı kemerlere ve fil ayaklarına aktardılar. Böylece yapının tamamı dengeye faydalı olan elemanlara bağlandı. Ayakların ağırlığı duvarların üzerinden kendi üstlerine almasıyla duvarlara vitray süslemeler yapıldı. Cephelerde bulunan çok sayıda cam ve vitray gotik yapıların karakteristik özelliklerinden biri oldu. Ağırlığa tamamıyla hakim olan Gotik mimarisinde yapılar, sanki yükselerek uçuyormuş gibi bir his verir.
Gotik mimari tarzının önemli özelliği sivriliktir. Roma mimarisindeki yaygın kubbeler yerine, dilimli kubbeler, yuvarlak kemerler yerine, sivri ve birbirini kesen kemerler kullanılmıştır. Dini yapılarda aranan diğer bir husus ise büyüklük ve yücelik hissinin uyandırılmasıdır. Pencerelerin bol olması, pencere camlarının renkli olması, çatılardaki okumsu kuleler dikkati çeken diğer özelliklerdir.
Gotik sanat, özgün ve özsel sanat anlamını taşır. 1140 yıllarda ortaya çıkıp, 13. yüzyılda tüm Avrupa'ya yayılan bir akımdır. İlk olarak yazı biçiminde ve Almanlar tarafından ilk örnekleri oluşturulmuştur. Gotik, Orta Çağ sanat hareketi sayesinde Fransa'da gelişti.
Gotik akımından etkilenmiş bir eser. Bu eserde özellikle sivrilikler olması dikkat çekiyor.
Gotik sanatı aslında Latin sanatına bir tepki olarak doğmuş, daha sonraları kendi içerisinde özgünleşerek bir sanat akımı haline gelmiştir. Mimaride kendisini özellikle Orta Çağ Avrupası'nda hissettirmiştir. Özellikle kilise ve katedral gibi dini yapılarda bu sanat akımının izleri görülmüştür. Gotik sanatı kendi içerisinde özgün ve özsel olduğu için, her millet bu sanat akımını kendi içerisinde yorumlamıştır. Bazı Avrupa ülkeleri ise bu akımdan etkilenmemiştir. Gotnik sanatın mimarideki izleri genellikle yapılardaki kordon, sütun gibi birimlerde görülür.
İçindekiler
1 Özellikleri
2 Gotik Sanatının Heykellere Yansıması
3 Galeri
4 Kaynakça
Özellikleri
Gotik sanatının mimarları, ağırlığın itme kuvvetini ve yönünü tespit ederek, baskıyı kemerlere ve fil ayaklarına aktardılar. Böylece yapının tamamı dengeye faydalı olan elemanlara bağlandı. Gotik yapılar bu yönüyle teknik açıdan tarihinin ileri yapıları arasında yer almıştır.
Gotik tarzı, yalnız mimarlıkta tesirli olmayıp; süs ve gündelik eşya resim ve yazıda heykelcilikte de etkili olmuştur.
Gotik Sanatının Heykellere Yansıması
Gotik heykeller yüzyıldan 12. yüzyılın ortasında, Fransa'da katedrallerin duvarlarının yapımında ortaya çıkmaya başladı, bu türde en önemli eser Chartres Katedrali (M.Ö. 1145)'dir. Fransa'da ortaya çıkan akım Avrupa'daki birçok ülkeye yayıldı. Almanya'da 1225 yılında Bamberg Katedrali'nin yapımından itibaren bu etki bütün Avrupa'da görülmeye başlanır. İngiltere'de bu akımın etkileri yeterince yankı uyandırmamıştır. Bazı küçük heykelcilik alanlarında örnekleri görülmüştür. Fransa'da Notre Dame Katedrali, İngiltere'de Canterbury Katedrali, Almanya'da Elizabeth Katedrali, İspanya'da Burgos Katedrali ve İtalya'da San Francesca Bazilikası gotik sanatın değerli örneklerinden bazılarıdır.
Gotik romanların ilk örneği Horace Walpole'ın 1765 yılında yazılan Otranto Şatosu başlıklı romanıdır. Gotik edebiyat içinde Romantizm akımının da etkisi var.
Bu maddenin içeriğinin Türkçeleştirilmesi veya Türkçe dilbilgisi ve kuralları doğrultusunda düzeltilmesi gerekmektedir.
(Yabancı sözcükler yerine Türkçe karşılıklarının kullanılması, karakter hatalarının düzeltilmesi, dilbilgisi hatalarının düzeltilmesi vs.) Düzenleme yapıldıktan sonra bu şablon kaldırılmalıdır.
İçindekiler
1 Erken gotik romantizm
1.1 Clara Reeve
1.2 Ann Radcliffe
2 Kaynakça
Erken gotik romantizm
Horace Walpole'un 1764 yılında yayımlanan Otranto Şatosu "İlk Gotik Roman" olarak sayılır. Horace Walpole'un kendi bildirdiği amaç orta çağ romantizminin elemanlarını modern roman ile birleştirmekti. Walpole'a göre orta çağ romantizmi fazla hayale dayanır ve modern romanların aşırı realizmi fazla sınırlayıcıdır.[1] Otranto Şatosu'nun temel konusu gotik tarzın çeşitli motiflerini oluşturdu. Örneğin; atalara karşı okunan bedduanın korkutucu sırrı, sürekli bayılan kadınlar ve gizli saklı pasajlar. Walpole, Otranto Şatosu'nun ilk baskısını İtalya'da bulunan bir orta çağ romantik roman diye yayımladı. Ancak ikinci baskı yayımlanınca Walpoke kendisinin yazdığını kabul etmiş ve edebiyat kritikler tarafından reddedilmiş. Kritiklerin tepkisi o dönemin bir kültürel önyargısının yansımasıydı. Eğitimli sınıf romantik romanları hoş görmezmiş çünkü bu romanların yazı tarzını zevksiz ve alçak olarak değerlendirirlermiş. Ancak Samuel Richardson ve Henry Fielding'ın çalışmaları sayesinde bu bakış açısı epeyce değişmiş.[2]
Clara Reeve
Clara Reeve'in en tanınan çalışması Eski İngiliz Baron'dur (1778). Bu çalışmasında, Walpole'in kullandığı hayali ve fantastik öğeleri 18.yüzyılın realizmi ile dengeleştirmek istedi.[3]
Ann Radcliffe
Ann Radcliffe açklanmış doğaüstü olaylar usulünü geliştirdi. Radcliffe'in romanlarında görünüşte doğaüstü olan olayların doğal nedenleri eninde sonunda ortaya çıkar.[4] Radcliffe'in başarısından pek çok taklitçi etkilenmiş.[5] A Sicilian Romance (1790) çalışmasında kara düşünen kötü karakter motifini tanıttı. Bu gotik motif Byronic kahraman olarak biliniyor. Radcliffe'in en iyi satan romanı The Mysteries of Udolpho'dur (1794). Yayınlandığı dönemdeki romanların çoğu gibi egitimli sınıf duyumlu saçmalık olarak değerlendirdi ve küçümsedi.